ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARI

ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARI

Aile toplumun en önemli yapı taşıdır ve çocuğun toplum içerisinde bir birey olarak var olmasını sağlayan kurumdur. Aile içindeki iletişim ve ortak paylaşılanlar çocuğa güvenli bir alan sağlar. Aile içinde sağlıklı ve güçlü ortam sağlanması çocuğun bilişsel ve sosyal gelişimini desteklemektedir.

Aile; çocuk için en güvenli yer olmasına rağmen, çocuğun en çok risk altında olduğu yerdir. Çocuğun aile içinde fiziksel ya da duygusal istismar ve ihmale maruz kalabildiği görülmektedir. Özellikle eşi tarafından şiddet gören ve çok sayıda çocuk sahibi olan annenin fiziksel ihmal ve istismara başvurduğu görülmektedir. Şiddete maruz kalan çocukların ileride şiddet davranışını kullanarak sorun çözmeye eğilimli olması yüksek olasılıktır. Çocukluk çağı travmasına maruz kalan bireylerde yetişkinlik döneminde farklı kişilik özellikleri ve kişilikte gerçekleşen bazı bozulmalar meydana gelebilmektedir.

Çocukluk çağı travmaları istismar, ihmal içeren ve uygun önlem ve müdahaleye gereksinim duyan bir halk sağlığı problemidir. Çocuğun isitismar edilmesi tüm kültürlerde rastlanılan, çocuğun büyümesini ve gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranış biçimi olarak bilinse de, tanı konması ve teşhis edilmesi zordur. Çocuk istismarı; fiziksel, duygusal, cinsel ve ihmal olarak gerçekleşmektedir. Çocuğa doğru tanı konulmasında psikiyatrik değerlendirme, etik, ahlaki ve kanuni yükümlükler önem taşımaktadır.

Beyin erken dönemdeki deneyimlerle şekil alır. Erken dönemde istismara maruz kalınması, beynin gelişimini olumsuz etkiler, gelişimsel bozukluklara yol açmaktadır. Yaşanan travmanın etkisi organizmada; zihin ve beyin üzerinde hissedilmektedir. Hapishane, hastane ve yardımlaşma kurumlarında bulunan binlerce çocuğun istismara maruz kaldığı görülmüştür. İstismara uğrayan bireylerde, madde kullanımı, kendine zarar verme davranışı, agresyon, suça eğilim, kaygı, bağlanma güçlüğü, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, karşıt gelme bozukluğu ve obezite gibi rahatsızlıklara rastlanılmıştır. Bireyler tanı ve tedavi sürecine başladıklarında birçoğu sınırda kişilik bozukluğu tanısı almaktadır. Bu bireyler çocukluk yaşantılarını korkulu bir biçimde aktarmaktadır, ilişkileri tutarsızdır, ruh halleri hızlı değişir, kendine zarar verme eğilimleri vardır, suç işlemeye yatkınlardır fakat sınırda kişilik bozukluğu ile çocukluk çağı travmalarının arasında var olduğu düşünülen ilişki Uluslararası Sağlık Örgütü tarafından reddedilmiştir. Travma sonrası stres bozukluğunda ise; vücut geçmişte deneyimlediği tehlikeye karşı kendini savunmaya alır, birey içsel olarak yaşadığı karmaşayı bastırma eğilimindedir ve sinir sistemi bu şekilde farklılaşarak şekil alır.  Travma sonrası stres bozukluğunda etkin genler bireylerin bozukluğa yatkın olmasında rol almaktadır fakat belirli bir gen belirli bir sonuca sebep olur denilemez. Genler sabit kalmaz, yaşanan olaylar organizmaya biyokimyasal mesajlar iletir. Yaşamda karşılaşılan olaylar, genlere bağlı gerçekleşen davranışta değişiklik meydana getirir. Genler ve davranışlar incelendiğinde epigenetik faktörlerin önemi yapılan hayvan deneyleriyle gözlemlenebilir. Yeni doğan hayvanın anneden meme emmesi durumunda daha az stresli ve daha cesur olduğu gözlemlenmiştir. Stresli deneyimler gen aktarımını etkiler. Epigenetik bakımdan ayrıcalıklı olan ve olmayan çocuklara bakıldığında istismar edilen çocukların yetmiş üç geninde ortak, spesifik farklılaşma gözlemlenmiştir. Organizmadaki farklılaşmanın sadece kimyasallar ve toksinlerden değil, toplumsal dünyadan kaynaklandığı görülmüştür.

Travmaya bağlı olarak yaşanan stres gelişimsel travma olarak tanımlanmaktadır. Gelişimsel travma; travmatik deneyimin birden çok kez yaşanmış olması, kronik olması ve sürekliliğinin olması durumunda gerçekleşmektedir.  Çocuğun maruz kaldığı bu durum, fiziksel, duygusal, eğitimsel ihmal içermekte olup bakım verme süreci ile ilişkilidir. Aile içinde birden fazla travmaya maruz kalan çocuklar; öğrenme bozukluğu ve agresyon gibi psikolojik, bilişsel ve somatik problemler yaşayabilmektedir. Aile içinde şiddete maruz kalan bireylerde ise yaygın olarak psikolojik ve biyolojik eksiklikler meydana gelebilmektedir.

Çocukluk döneminde birden fazla travmaya maruz kalmak, travma sonrası stres bozukluğunu içinde bulunduran kompleks semptomlara sebep olabildiği gibi çeşitli gruplarda bu semptomlar otokontrolde gerçekleşen bozuklukların da altını çizmektedir. Maruz kalınan travmanın şiddeti yaşanan semptomları daha karmaşık hale getirmektedir. Çocuklarda görülen semptomlar gelişimsel travma bozukluğu olarak gözlemlenirken, yetişkinlerde travma sonrası stres bozukluğu olarak görülmektedir.

Travma sonrası stres bozukluğunda; erken yaş döneminde yaşanan kronik travmatizasyonla birlikte yüksek oranda disosiyatif bozukluk, sınır durum kişilik bozuklukları gelişebilmektedir. Travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireylerin duygu düzenlemede, duyguyu kabul etmede, dürtü-kontrolde, hedef odaklı davranış geliştirmede zorlandığı, duygu düzenleme becerilerinde aktif olamadığı ve duyguyu açıkça ifade edemediği görülmektedir.

Çocuklukta yaşanan travmatik olaylar her zaman travma sonrası stres semptomlarına sebep olmadığı gibi, birden fazla travmatik olay veya kaygı hikayesi yaşanmışsa, bu durum değişim gösterebilmektedir. Travmatik olaylar, travma sonrası stres bozukluğundan ayrı olarak düşünüldüğünde; depresyon ve anksiyete sıklıkta olmak üzere birden çok psikopatolojiyle ilişkili olabilmektedir. Çocukluk çağı travmaları yetişkinlikte bireyin depresyon geliştirmesi için potansiyel bir faktördür. Çocukluk çağı travmalarına bağlı nöroendokrin değişimleri; depresif davranışlar için bir risk faktörüdür. Çocukluk döneminde ihmal ve istismar yaşayan bireylerin ergenlik dönemlerinde özkıyım girişimleri, kendine fiziksel zarar verme davranışları ve disosiyasyon görülme olasılığı daha yüksektir.

Uzm.Klinik  Psikolog Merve İlikçi